25 Şubat 2014 Salı

İletişim

Doğru İletişim



'' Gülümseyin, dik durun, bedeniniz karşıya olumlu mesaj versin.''
Toplumda yaşıyoruz ve birbirimizle hemen her an iletişim halindeyiz. Yaşam, insanların birbirleriyle sürekli bir iletişim hali içinde olmasını gerektiriyor. Birbirimizle hep iletişim halindeyiz ama birbirimize neyi nasıl söylüyoruz? İletişim düşünce ve duygu alışverişidir ve karşılıklı insanların birbirlerini doğru anlaması, mesajların karşı tarafa doğru geçmesidir. İletişim sadece konuşmak değildir, hep konuşuyoruz ama karşı tarafa ne söylemek istediğimizi anlatabiliyor muyuz, karşı tarafın ne demek istediğini anlıyor muyuz? Cemal Süreyya şöyle diyor; '' Konuşabilmek ile konuşmayı bilmek arasında çok büyük fark vardır, çoğu insan ikincisini bilmez.''  

Sağlıklı iletişimi öğrenebileceğimiz pek çok okul, kurs, yayın var. Bu konuda kendimizi geliştirebiliriz. Toplumda doğru iletişim kuramamak, yaşamı olumsuz etkilemekte ve mutsuzluk yaratmaktadır. Problemlerimizin çoğu insan ilişkileriyle ilgili görünmekte, en küçük topluluktan en büyük topluluğa kadar doğru iletişim kuramamak, ciddi sorunlar doğurmaktadır.
 Söz ağızdan bir kez çıkınca dönüşü yoktur. Onun için konuşurken dikkatli ve olumlu konuşmak, iyi iletişim için gereklidir. Mevlana der ki;'' Ağızdan çıkan söz yaydan çıkan oka benzer, geri getirmek mümkün değildir. Ok atılmadan önce iyi nişan alınmalı, söz söylenmeden önce iyi düşünülmeli...''

Başarının % 80 i sosyal becerimize bağlıymış. İletişimde beden dilimiz de çok etkili ( Daha sonraki yazımda beden dilinden de bahsedeceğim.) İletişimde % 7 söz, % 38 ses tonu, % 55 beden dili önemliymiş. Yani ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz önemli. Örneğin bir mağazaya girdiğimizde, yüzü gülmeyen, beden dili size iyi mesaj vermeyen ama işi bilen bir satış elemanını dikkate alır mısınız, istediği kadar bilgili olsun, bize itici gelir değil mi? Böyle bir durumda belki çok beğendiğimiz bir şeyi almaktan vazgeçeriz veya  güler yüzlü bir eleman bulmaya çalışırız. 
Bazen konuşmaya üşenen, ağzından bir laf alırken zorlandığımız, asık suratlı insanlarla iletişim kurmak zor olabiliyor...İletişimde ilk 30 saniye, yani ilk anda karşıya verdiğimiz mesaj çok önemlidir. Bazı küçük yöntemleri öğrenerek iletişimde, dolayısıyla yaşamda daha başarılı olabiliriz.

Özellikle çocuklarımızla iletişim kurarken çok özenli davranmak gerekiyor, onlara ne verirsek onu yaşıyorlar. Öz güvenli ve başarılı çocuklar yetiştirmek doğru iletişimle mümkün. Çocuklarımızla iletişim kurarken, öncelikle onları çok iyi dinlemeliyiz. Aşağılamadan, eleştirmeden, sevgiyle yaklaşmak, önemsediğimizi hissettirmek, saygıyla sözünü kesmeden dinlemek, gülümseyerek beden dilimizle olumlu mesajlar vermek, çocuklarımızın kendini daha iyi ifade edebilmelerine yardımcı olur. Dinlerken, sık sık '' evet anlıyorum '' demek, göz temasında bulunmak, ara sıra başımızı hafif sallayarak anladığımızı beden dilimizle belli etmek, ön yargısız ve yorumsuz sadece dinlemek, onlara kendilerinin anlaşıldığını ve önemsendiğini hissettirir ki; Anlaşıldığını, önemsendiğini hisseden çocuk daha öz güvenli, daha huzurlu ve rahat olur. Ailede anlaşıldığını, önemsendiğini bilen çocuğun dışarıda arayışları, yanlış alışkanlıkları olmaz. Anlaşılan çocuk sorumluluk sahibi olur. Bir de çok önemli bir konu var; çocuklarla konuşurken, onlarla aynı boya gelmek için diz çökerek konuşmak. Onlara üstten bakmak ( boy farkından dolayı ), bizi çocuğun gözünde güçlü ve korkutucu gösteriyor. En iyisi onun boyuna kadar eğilerek eşit şartlarda olmak. Çocuk o zaman kendini daha rahat ifade edebiliyor. Bu konuda iki çocuk yetiştirmiş bir anne olarak anlatıyorum bunları, bunlar benim doğrularım değil, bunları deneyimlerimle ve uzmanları dinleyerek öğrendim ve yapmaya çalıştım. Bu konuda Leyla Navaro' nun  '' BENİ DUYUYOR MUSUN '' adlı kitabını öneriyorum.

İletişimde ki yanlış tavırlar:
*  Eleştirici olmak (yıkıcı eleştiri)
* Sorgulamak ( Çözüme yönelik sorular sorun)
* Tehditkar olmak
* Nasihat etmek
* Emir kipiyle konuşmak
* Alay etmek, dikkate almamak
* Saldırmak, kabalaşmak
* Ukalalık yapmak
* Gereksiz şaka yapmak

Doğru iletişim kurmak için yapabileceklerimiz:
  • Gülümseyin, beden dilinizi olumlu kullanın.
  • Göz teması kurun, eğer birden fazla kişiyle konuşuyorsanız herkese bakmayı unutmayın.
  • Saygılı ve nazik olun.
  • Ses tonunuza dikkat edin. Orta yükseklikte ve orta hızda olsun.
  • Etkin dinleyin.
  • Karşınızdakinin temsil sistemlerine dikkat edin.. (İletişimi kolaylaştırır.)
  • Doğru sözcükler kullanarak, konuyu saptırmadan, konuya sadık kalarak konuşun.
  • Yargılama yapmayın.
  • Empati yapın.
  • Hoşgörülü ve esnek olun.
  • Sürekli şikayet etmeyin, dedikodu yapmayın.,
  • Olumlu konuşun. Karşınızdakinin olumlu yönlerine odaklanın.
  • Gözlemleyin.
  • Karşınızdakileri önemseyin, değer verin, takdir edin.
  • İltifat edin, bu iletişimi kolaylaştırır, ortamı yumuşatır. ('' Marifet iltifata tabidir.''sözünü hatırlayın )
  • Net konuşun, ne dediğiniz anlaşılsın.
  • Soruna değil çözüme odaklanın, daha çok çözüm odaklı konuşun.
  • Suçlama ve aşağılamadan kaçının.
  • Sen diliyle değil BEN diliyle konuşun. Örneğin; beni çok üzüyorsun yerine, sen böyle yapınca, ben kendimi çok kötü hissediyorum... gibi.
  • Asla saldırmayın ve asabi tavırlardan uzak durun. Sabırlı olun.
  • Kendinizi ifade edin, başkalarının yerine konuşmayın.
  • Muhatabınıza uygun konuşarak boş konuşmamış olun.
  • Esnek, sakin ve orta hızda ve anlaşılır bir şekilde konuşun.
  • Nasihat vermeyin, sizi itici kılar, sadece deneyimlerinizi paylaşın.
  • Kırmayın, incitmeyin.
  • Biri konuşurken siz susun, dinleyin.
  • Lafı çok uzatmayın, karşınızdakini iyi dinleyip onun söylemek istediğini, mesajı doğru anlayın.
    İletişimi ÇATIŞMAK İÇİN DEĞİL ANLAŞMAK İÇİN KULLANIN.
    İletişim de haklı çıkmaya uğraşmayın, çatışmayın. Karşınızdakine değer verin . Unutmayın her insan değerlidir. Kullandığınız kelimelere çok ama çok dikkat edin. İletişimde anlaşmayı hedefleyin. Haklı olmak yerine mutlu olmayı seçin. :))
  • Bu konuda Prof. Dr. Üstün Dökmen'in '' İletişim Çatışmaları ve Empati '' adlı kitabından yararlanabilirsiniz.






21 Şubat 2014 Cuma

Temsil sistemleri

Temsil Sistemleri /( NLP)

Yaşam boyu iletişim içindeyiz. Kendimizi doğru ifade etmek ve karşımızdakini doğru  anlamak için temsil sistemlerini öğrenerek daha iyi iletişim kurmak mümkündür. Her insanda temsil sistemi farklıdır. İnsanların bazı duyuları diğerine göre daha gelişmiştir veya bazı duyularını diğerlerinden daha az kullanır. Bazılarında biri, bazılarında ikisi, bazılarında da üçü bir aradadır. En etkin kullandığı duyuları onun temsil sistemidir. İyi bir iletişim için hepsinin bir arada olması idealdir. 

Dış dünyada olan her şeyi duyularımız sayesine algılarız. Duyu organlarımız dışarıdan gelen uyarıları, duyu sinirleri aracılığıyla elektro-kimyasal sinyaller olarak beynimize gönderir. Beynimize gelen bu sinyaller zihnimiz içindeki temsil sistemini oluşturur. Temsil sistemi, gelen bilginin algılanıp kodlanması ve hatırlanmasında rol oynar. Bu sistemler kalıtsal olduğu gibi sonradan da geliştirilebilir niteliktedir. Siz bir olayı hatırlarken veya bir şey düşünürken aklınıza ilk gelen ne olur? 
Bir görüntümü, bir ses mi, yoksa koku, tat veya bir dokunuş mu?

Temsil sistemleri; Görsel, İşitsel ve kinestetik tir;

GÖRSEL: Olayları gördükleriyle anlar, hatırlar ve anlatırlar. Görsel yönleri çok gelişmiştir, gördükleri her detaya dikkat eder ilgilenirler. Şekil önemlidir. Hızlı konuşurlar. Çok fazla bilgiyi aynı anda ve hızlı temsil edebilir, her şeyi görüntü ile anlatırlar.  Anlatımda mekan ön plandadır. Düşünürken, gözler yukarı sağa ve sola bakarlar.

İŞİTSEL: Olayları sesler, sözler, müzik gibi işitsel elemanlarla anlar, hatırlar ve anlatırlar. Kulağın duyduğu her şey onlar için çok önemlidir. Zamanla ilgilidir. Ses önemlidir. Orta hızda konuşurlar. Düşünürken gözler kulak hizasında sağa ve sola bakarlar.

KİNESTETİK : Bedensel (tatsal, kokusal, dokunsal) Bu insanlar olayları dokunarak, tat, koku ile anlar, hatırlar ve anlatırlar. Tat ve kokuya duyarlıdırlar. Yavaş konuşurlar.  Düşünürken aşağı sağa ve sola bakarlar veya gözleri kapatarak düşünürler. Bu tür insanların algılaması için  dokunması gerekir. Öğretmenlerin çok karşılaştığı bir durumdur; bazı öğrenciler gösterilen, tanıtılan objeye dokunmadan yapamazlar, çünkü onların algı sistemi kinestetiktir. Bu tip öğrenciler anlaşılamadıkları için yaramaz damgasını yerler... 
Aynı olayı, farklı sistemleri olan kişiler anlatırken;
Görsel algısı olan gördükleriyle, işitsel algısı olan duyduklarıyla, kinestetik algısı olan ise duygularıyla anlatır.
NLP eğitmenim derste, temsil sistemlerini açıklamak için bir örnek vermişti ve bu örnekle bu sistemler çok açık anlaşılmıştı... Uzun yıllar geçmesine rağmen hala hatırlarım...

Üç savaş muhabiri iç savaşın yaşandığı bir ülkeye giderler ve oradan kanallarına naklen yayın yaparlar. 
*Birinci savaş muhabiri şöyle der '' Şehir alev alev yanıyor, göz gözü görmüyor... (Görsel)
*İkinci savaş muhabiri şöyle der''Her yerde patlama sesleri duyuluyor, insanlar çığlık çığlığa bağırıyor..(İşitsel)
*Üçüncü savaş muhabiri de '' İnsanlar çok zor durumda, ağlıyorlar, burada nefes almak imkansız, toz içindeyiz, her yerde yanık kokusu var, koku o kadar yoğun ki ağzımızda bile bu tadı alabiliyoruz...(Kinestetik/dokunsal)

 Temsil sistemlerinin, başarılı  iletişim ve motivasyonda çok etkisi vardır.

20 Şubat 2014 Perşembe

Bedenimizi sevmek

Bedeninizle iletişim kurun:))

Beden, bu yaşamda bize verilen kutsal armağan, bu beden içinde yaşıyoruz ve ona bakmak durumundayız. Bedeni dışsal olarak algılayıp, sadece görüntümüze odaklanıyoruz, görüntümüze önem veriyoruz.   Peki ya içimizde ki, hayatta kalmamızı sağlayan organlarımız, sistemlerimiz, kaslarımız, kemiklerimiz ve hatta hücrelerimiz... Onları hiç hatırlıyor muyuz? Birlikte yaşıyoruz ama bir değiliz. İç organlarının yerini bilmeyenlerimiz bile var... İç veya dış organlarımızı hatırlamak için bir acı, ağrı çekmemiz gerekiyor. Hep bir yerimiz acıdığında farkına varıyoruz, o zaman bedenimize odaklanıyoruz, acıyıp ağrıdığında veya bir kaza geçirdiğimizde; dönüp o zaman ilgileniyoruz, hatta bazı organlarımızın işlevlerinden bile haberdar değiliz.. Acaba bedenimizle ilgili neler biliyoruz....

Beden bir mekanizma ve bizim bu dünyada yaşamamızı sağlıyor, canlı ve enerji dolu, her bir hücresi, her bir dokusu kıymetli ve önemli. Çok karmaşık, fevkalade bir işleyişi var ve bizi ayakta tutmaya çalışıyor. Her bir hücresi, her bir damarı, her bir siniri önemli. Hiç parmaklarınızı oynata bildiğiniz için, bir şeyi rahat tutabildiğiniz için, rahat merdiven çıkabildiğiniz için, başınızı rahat sağa sola çevirebildiğiniz için veya göz bebeklerinizi hareket ettirebildiğiniz için şükrettiniz mi ? Bunları yapamayan o kadar insan var ki.... Yani beden bizim için çok şey yapıyor ve biz bedenimize teşekkür borçluyuz. Burada beden anatomisini, organlarımızın fonksiyonunu anlatacak değilim, bunları uzmanlarından araştırıp öğrenebilirsiniz. Ben bir farkındalıktan, bedenimizi sevmekten, sağlığımızın ve yaptığımız her hareketin mucizesinin farkındalığından bahsedeceğim.

Bedenin bir bilinci var ve hissediyor. Bütün rahatsızlıkların temelinde olumsuz düşünce olduğundan bahsetmiştim. Onun için önce, düşünce ve duygularımızın olumlu olmasına özen göstermemiz iyi olur. Beden organlarımızla, sadece rahatsız olduğumuzda değil her gün iletişim içinde olalım, her bir organımızı sevelim, iyi mesajlar gönderelim. Bu bazılarına komik gelebilir... Peki, arabası olanlara söylüyorum; zaman zaman arabanızla konuşursunuz, arabanızı seversiniz,onun en ufak bir sesini dinler, farklılığı anlarsınız değil mi? Hemen ilgilenir, bakımını yaptırırsınız, rutin kontrollerini ihmal etmezsiniz, sigortasını yaptırırsınız. Araba sizi bir yerden bir yere taşır. Peki ya bedeniniz sizi bir ömür boyu taşıyor, yaklaşık 70 – 80 sene belki daha fazla ayakta tutuyor... Bu ilgiyi fazlasıyla hak etmiyor mu? Bunun yanında evimizi düzenli tutmaya özen gösterir, bazı objelere çok önem verir severiz, evimiz sığınağımız, bizim kalemiz deriz, içindeki her şeyle ilgileniriz; yoksa kirlenir, tozlanır, bakımsız kalır... Peki bedenimiz bizim sığınağımız değil mi sizce... Öyle ise ona iyi bakmak gerekir. Örneğin beslenirken çok ağır, yağlı, zararlı bir dolu yiyecekle sindirim sistemimizi, bir dolu organımızı yorarız. Bedenimize çöplük gibi davranırız. Sistemlerimizde artık uğraşır durur; hazmetmeye, zararları elemine etmeye... zorlarız bedenimizi. Yine de savunma sistemimiz bizi sağlıklı tutmaya çalışır. Yani bedenimiz süper, harikulade bir sistem.

En ileri teknolojiyle donanımlı bilgisayarların, insan beyninin çok çok gerisinde olduğunu düşünürsek ne kadar mükemmel bir donanıma sahip olduğumuzu görürüz. Çok kompleks, çok mükemmel bir yapımız var ve iyi bakarsak uzun yıllar bize hizmet ediyor. Bilim adamları bedene iyi bakılırsa, bir kaza falan olmazsa, insan ömrünün 120 sene olduğunu söylüyorlar.

Bedenimizin görüntüsüne önem veriyoruz, yaşamak istiyor ama yaşlanmak istemiyoruz? Herkes yaşlanmaktan korkuyor, görüntümüzün değişmesi rahatsız ediyor. Yaşlanmak kaçınılmaz ama kaliteli yaşlanmak ta elimizde, tabii olabildiğince.... Bedenimizin uyarılarını dikkate alarak, sağlıklı beslenip, egzersiz yaparak ve mutlu olmaya çalışarak daha güzel yaş alabiliriz. Filozof M. Tullius Cicero şöyle demiş: '' Yaşlılıkta bedeni ölçülü işletmek, tazeleyecek şekilde yemek ve içmek gerek.''  
Her yaşın ayrı bir güzelliğinin olduğunu söyler yaşlılar. Batı ülkelerinde yaşlanmak ürkütür, doğu ülkelerinde yaşlılık bilgeliktir; yaşlı insan çok şey yaşamıştır, daha çok sevmiştir.Yaşlı bedenin her bir çizgisi bilgelik içerir. Osho; '' yaşlılık gençliği geçirmiştir, gençliği bilir; gençlik ise yaşlılığı bilmez.'' der.

Bedeninizi olduğu gibi kabul edin, her halinizde ve her yaşınızda sevin. Bedenin her bir noktasıyla iletişim halinde olun, ne istediğini anlamaya çalışın, beden sinyal verir tıpkı arabanız gibi... Uzmanların dediğine göre bir hastalığın başlangıcı altı ay öncesine dayanıyormuş. Beden bilgedir ve bilinci vardır; mutlaka sizi uyarır, onu dinleyin, onu sevin, SEVGİ MESAJLARI gönderin. Elinizi bedeninize koyun ve sevginin aktığını hissedin. Bedeninize teşekkür edin, şefkat gösterin. Çünkü, bu dünyada bu bedenle varsınız.
Her sabah ve her akşam bedeninizin farkına varın, uyandığınızda ve gece yatağınıza yattığınızda organlarınızla iletişime geçin. Örneğin; ''sevgili karaciğerim seni seviyorum ve sana teşekkür ederim.'' gibi. (önce komik gelebilir) Vücudunuzda ki hücreler, aralarında ki iletişimle bunu hisseder. Ve bu sevgi bedeninize sağlık verir:)
Organlarınızı hatırlamak için hastalanmalarını beklemeyin. Her bir organınızın işleyişinin ne kadar önemli olduğunu bilerek, sevgi gösterin. Hep denir ya; '' Sağlıklıyken değerini bilmek gerekir.'' 

Bedenimizin farkındalığı içinde sağlıklı günler...

19 Şubat 2014 Çarşamba

Affederek arınmak

Affederek arının...

Hepimizin bir geçmişi var ve hepimizin geçmişinde bizi üzen, yaralayan bir takım olumsuzluklar olmuştur. Bu olumsuz olaylar içinde affedemediğimiz birileri mutlaka vardır. Sadece başkalarını değil,  kendimizi de affedemeyiz. Hepsi birikir ve zaman içinde beden katmanlarımızda blokajlar oluşur.
Doğal olarak uzak ya da yakın geçmişteki yaşanan olumsuz olayları günümüze, şimdiye taşır, hayatımızı zorlaştırırırız. Aynı zamanda beden sağlığımızda bozulur... Yaşadığımızı sanırız ama yaşamı geriden takip ederiz çünkü geçmişe takılı kalırız. O zaman zihnimiz de geçmiştedir, zihnimiz neredeyse biz oradayız, artık biliyoruz.
Geçmişi geçmişte bırakamadığımız zamanlar yolumuza devam edemiyoruz, şimdiyi algılayamıyor, sadece farkındalığı olmayan, kin, nefret, öfke içinde niteliksiz, mutsuz gün dolduruyoruz...

Kin, öfke, nefret gibi duygular bizim içimizdeki kristali bozuyor, zehirleniyor ve toksin doluyoruz. Kendimize zarar veriyoruz, affedemediğimiz sürece aslında kendimizi cezalandırıyoruz!
Çünkü, mutsuz oluyoruz, acı çekiyoruz, önümüze bakamıyoruz. Kısaca kendi hayatımızdan çalıyoruz... Yapılan olumsuzlukları sürekli hatırlayıp kendimize zarar veriyoruz, hatırlamak yaşamaktır çünkü...
Sonra kendimize kızıyoruz, öfkeleniyoruz, kendimizden uzaklaşıyoruz.

Önce kendimize izin verip ;'' hatalar yapabilirim, bunlarla doğruyu buluyorum, gelişiyorum, bunlar gayet doğal. '' diyebilmek gerekiyor.
Kimse mükemmel değil ve mükemmel olmak zorunda da değiliz, hepimiz yanlışlar yapıyoruz, önemli olan bunu bir deneyim olarak görüp, ondan yararlanıp, o yanlışı arkada bırakmak... Gerçekten BIRAKMAK. Kendimize çok yükleniyoruz, kendimize ait beklentilerimiz çok yüksek ve acımasız...
Hatalarımıza odaklanıyoruz, oysa bir dolu şeyi güzel yapıyoruz. Bunu göremiyorsanız, bir kağıdı ortadan ikiye bölecek şekilde çizin ve bir tarafına yapamadıklarınızı, diğer tarafına da yapabildiklerinizi yazın... Detaylı yazın, örneğin, yeteneklerinizi, davranışlarınızı, alışkanlıklarınızı, sevdiklerinizi, işinizi, iletişiminizi gibi... Kendinize karşıdan bakmaya çalışın. O zaman kendinize nasıl haksızlık yaptığınızı göreceksiniz...
Kendimizi affetmemiz gerekiyor önce, kendimizi olduğumuz gibi koşulsuz kabul etmek... Olduğumuz gibi, yargılamadan, yorumlamadan, hiç bir unvana, hiç bir maskeye ihtiyaç duymadan, dürüstçe... Hep unvanlarımızla önemli olduğumuzu düşünürüz, oysa biz olmasaydık unvanımız da olmazdı. Unvana değer katan biziz bence. İnsan olmak önemli olan. Unvanı olan değerlidir dersek ; bu önermeye göre unvanı olmayan değersiz mi olacak? Tabii ki hayır. İnsan olmak başlı başına bir değer zaten, tabii insan gibi insan olmak...

Sevmeyi, aslında koşulsuz sevmeyi bilmediğimizden affedemiyoruz, kendimizi de başkalarını da bir beklenti ile seviyoruz, küçük ya da büyük beklentilerimiz mutlaka var. Beklentilerimiz olduğu için affedemiyoruz, ne kadar beklenti o kadar hayal kırıklığı yaşıyoruz. Özellikle kendimizden, eşimizden, çocuklarımızdan, dostlarımızdan bir şeyler bekliyor, beklediklerimiz karşılandığı oranda seviyoruz. 
Filozof Marcus Tullius Cicero şöyle demiş: ''dostluğun doğuşunda; ondan ne çıkarlar elde edeceğin değil,  ruhların sevgi ile bağlanması vardır.'' 

 Önce kendimizi seveceğiz :)) Kendini sevmeyen başkasını nasıl sever? Burada ki sevmek egomuzu beslemek değil, kendimizi kendimiz olduğu için sevmek, olduğu gibi kabul etmek...
Hiç aynaya bakıp kendinize kendinizi sevdiğinizi söylediniz mi? Lütfen bir deneyin, gözlerinizin içine bakın ve SENİ SEVİYORUM deyin. Kendinizi affedin, kendinizden özür dileyin. O kadar ihtiyacımız var ki; kendimizi sevmeye, kendimize şefkat göstermeye... Lütfen deneyin, çok basit ve kolay... Sadece siz varsınız, hiç bir materyale ihtiyacınız yok ayna dışında, siz ve ayna ve yine SİZ...
Ben aynada ilk kez kendime, seni seviyorum dediğimde ağlamıştım, kendimi ne kadar az sevebildiğime, kendimi ne kadar ihmal ettiğime, kendime ne kadar acımasız davrandığıma ağlamıştım, kendime üzülmüştüm kendi yaptıklarımdan... Bu benim farkındalığımdı, artık sadece aynada değil her durumda ve sık sık seni seviyorum diyorum kendime. Öğrencilerime de kendilerine seni seviyorum demeyi öğretiyorum. Çok sihirli bir sözcük SEVGİ, mutluluğun, huzurun anahtarı :)

İşte önce kendimizi sevip affedebilirsek sıra diğerlerine gelir, bedenimizden ve ruhumuzdan birinci tortuyu temizleyip ikincisine geçebiliriz. GOETHE, '' hiç kimse affettiği zaman ki kadar yükselemez.'' diyor. Bizim toplumumuz da hep söylenen bir söz vardır, '' affetmek büyüklüktür.'' Bence buradaki büyüklük; bilgelik, farkındalık...

AFFETMEK, yapılanı onaylamak, onu doğrulamak değildir. Affetmek farkındalıktır, yaşanan olaydan, kişiden özgürleşmek, zincirleri kırmaktır. Affetmek, özgürleşmek, yüklerden kurtulmak, hafiflemek, kendin gibi yaşamaya başlamaktır...

Bu konuda okuduğum ve etkilendiğim bir öykü var, hatırladığım kadarıyla şöyleydi;
Bir öğretmen sınıftaki öğrencilerinden, ertesi gün getirmeleri için, beş kilo patates ve birer çuval ister. Ertesi gün tüm öğrenciler ellerinde beşer kilo patates ve birer çuval ile gelirler. Öğretmen ders sonunda ; '' herkes öfke duyduğu, affetmediği kişi için çuvala bir patates koyacak.'' der. Öğrenciler affetmedikleri kişi sayısınca çuvallarına patates yüklerler. Herkes doldurma işini bitirince öğretmen: ''Bir hafta boyunca her gittiğiniz yere bu çuvalla gideceksiniz, tuvalet dahil. '' der. Gerçekten çocuklar bir hafta okula ve her yere çuvallarıyla birlikte giderler. Bir hafta sona erdiğinde sınıfta, herkes homurdanarak çuvallarını yere bırakır ve bunu neden yaptınız diye sorarlar. Öğretmenin yanıtı şöyle olur: '' Bütün öfkeniz, kininiz, nefretiniz, kıskançlığınız, kırgınlığınız, affetmediğiniz her şey, işte bu patates çuvalı gibi... Yani sırtınızda koca bir çuval yükle dolaşıyorsunuz... Bırakın, özgürleşin, hafifleyin...''

Başkası için değil kendimiz için affedelim, fiziksel ve ruhsal sağlığımız için affedelim, büyüttüğümüz her şey bize katlarıyla döner. Bu olumsuzluklardan arınalım. En büyük arınma affederek başlar çünkü olumsuz duygular bizi zehirler, engeller, küçültür...
Affetmek yaşanan olaydan yaralanmaya son vermektir, negatifi pozitife çevirmektir. Bu deneyimden ne almanız gerektiğine, bu deneyimin sizi büyüttüğüne, buradan nasıl güçlü çıktığınıza odaklanın. Çıkıyoruz değil mi? Bir şekilde çıkıyoruz. Ve artık affedip takılı kalmıyoruz, yapabiliriz. Lütfen bırakın gitsin, bilinçaltımızdan bunu temizleyebiliriz, bilinçaltımız çöplük değil...


İlk özür dileyen en cesurdur,
İlk affeden en güçlü,
İlk unutan en MUTLU dur...
Osho

Affedip özgürleşmeniz ve sevgiye açılmanız dileğimle...





14 Şubat 2014 Cuma

Sevgililer günü


Bugün Sevgililer Günü <3
Bugün daha çok Seni Seviyorum demenin tam zamanı...
Nereden çıktığı hakkında herkesin bilgisi vardır. Efsaneye göre; M.S 270 yılında Roma İmparatoru 2. Claudius, ordusunda savaşacak asker bulamıyor ve bunun nedeni olarak erkeklerin sevgili ve eşlerini bırakmak istememelerini görüyormuş. Bundan dolayı Roma'da ki tüm nişan ve düğünleri yasaklamış.
O dönemde Roma'da yaşayan papaz Aziz Valentine de gizlice çiftleri evlendirmeye devam etmiş.
Daha sonra da 14 şubatta  tutuklanıp öldürülmüş. İşte bu özel gün Valentine adına ilan edilmiş ve bayram günü olarak kutlanmaya başlamış. (St. Valentine's Day)
Bu işin efsane tarafı... Bu güne karşı olanlar var, severek kutlayanlar var. Ben tüketim tarafını çok sevmiyorum, abartılı buluyorum. Ancak diğer taraftan yılda bir kere de olsa, tüm dünyaya, tüm evrene SEVGİ mesajlarının iletilmesine, bunun yayılmasına mutlulukla bakıyorum. Nereden geldiği, kimin adına çıktığı beni hiç ilgilendirmiyor. İnsanların birbirine karşı çok sevgisiz, tahammülsüz olduğu bir zaman da, yılda bir gün bile olsa sevmeyi hatırlamalarını, sevgi için çabalamalarını saygı ve sevinçle karşılıyorum. ( Tabii ki sevmek bir ömür boyu olmalı, ancak ben yine de bugün yayılan güzel enerjiyi çok önemsiyorum. )
SEVGİ, kalbin ilacı, her yarayı onaran, acıyı hafifleten, bedeni ve ruhu güçlendiren bir duygu. Ne mutlu ki dünya da büyük bir kesim bugün, sevgiye, sevmeye, sevdiğini mutlu etmeye odaklanıyor... Ne kadar güzel, buna çok seviniyorum. Kalp sağlığı için günde bir kaç kez SENİ SEVİYORUM demek gerekirmiş. Sevgiyle ilgili Cemal Süreya'nın bir söylemi var; '' elimde olsa bir yasa çıkartırdım, sevgiler ertelenmeden ve geciktirilmeden söylenecektir diye...'' Ne güzel olurdu değil mi?
Bugünde, tüm sevdiklerinizi hatırlayın, tüm sevgililerinizi hatırlayın... Hepimizin o kadar çok sevgilisi var ki; çocuklarımız, eşimiz, ailemiz, dostlarımız... Ben bu sabah kimisine mesaj attım, kimisiyle konuştum. İki gündür biraz rahatsızdım, sevgi vermek ve almak inanılmaz iyi geldi bana =)  Bence bugün gerçekten özel bir gün <3
 Sevdiklerinizi arayın, onlara SENİ SEVİYORUM deyin, güzel sözler söyleyin, dargın olduklarınızla barışın, sevginizi belirtin. Kendi içinizde yaşadığınız sevgiyi dünyaya açın, bırakın bu güzel duygudan karşınızda ki de yararlansın. Bırakalım bugün evrene yaydığımız sevgi enerjisi artarak yayılsın...
Tam da bu günlerde çok ihtiyacımız var. Gülümseyerek ve severek bu güne katılalım...
SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN <3 <3 <3
HEPİMİZE SEVDİKLERİMİZLE VE SEVENLERİMİZLE NİCE SEVGİLİLER GÜNÜ OLSUN.

12 Şubat 2014 Çarşamba

Bugün hastayım

Bugün hastayım...
Burnum akıyor, boğazım acıyor, hapşırıp aksırıyorum. Sabah uyandığımda yüzüm dahil bütün vücudum ağrıyordu. Sanki başımda kilolarca ağırlık varmış gibi başımı kaldıramıyordum. Ağrılarıma odaklandığım da daha çok canım yanıyordu, kalkamıyordum. Hepinize olmuştur, kıpırdamak bile ne zor gelir insana...
Bedenimin bilincine bıraktım kendimi, beden ne istediğini bilir, onunla iletişim kurduğunuzda sizin için doğru olanı yaparsınız. Bende öyle yaptım, zor da olsa kalkıp kendime ballı, limonlu ılık su hazırladım. Her sabah ağız temizliğinden sonra yaptığım ilk iş bir bardak su içmektir, ardından bir bardak ta ballı limonlu ılık su içerim. Ama bugün normal suyu içemedim, yutamadım. Neyse ki ballı limonlu ılık suyu rahat içebildim. Üzerine de bir hurma yedim. Biliyorsunuz hurma vitamin ve mineral değeri çok yüksek bir gıda, bedeni güçlendiriyor. Ağzıma iki adet karanfil alıp yaklaşık beş dakika ağzımda dolaştırdım, karanfilin ağrı kesici, mikropları öldürücü etkisinden yararlanmak için. Belki psikolojik, plesebo etkisi ama iyi geldi vallahi...
Bir kaba kaynar su koyup içine iki üç damla okoliptüs yağı damlattım. ( Havayı temizler, burunu açar, solunumu rahatlatır. ) Bunu da yapıp hemen yattım ve öğlene kadar bedenimi dinlendirdim, biraz enerji çalıştım ( küçük bir şifa seansında anlattığım gibi ). Sadece şifaya odaklandığınızda beden ve ruh birlikteliğiyle gerçekten iyileşme hızlanıyor. Sonra uyumuşum.
Kalkıp kendime hemen bir ada çayı hazırladım, önce bununla gargara yaptım sonra bir çay kaşığı toz zencefil ve bal karışımını yuttum.( Zencefil ve bal vücudu güçlendirir, metabolizmayı hızlandırır, toksin atımını sağlar. Bu karışımın oranını şöyle yapabilirsiniz: 1 yemek kaşığı balla, 1 çay kaşığı zencefili karıştırın ve günde bir veya iki kez yutun, çok iyi geliyor, bedeni güçlendiriyor.) Bir fincan da ada çayı içtim. Ada çayını çok severim, canlandırır, toksin attırır ve temizler.( Hamile ve menstruasyon döneminde olanlar içmezse iyi olur, uzmanların dediğine göre,ada çayının kanamayı tetikleyen etkisi var.) Bu çayın yanında iki kuru kayısı ( gün kurusu ) ve 6 – 7 fındık yedim. Çok şükür su da içebildim.
 Hasta olduğumda vücuduma toksik ( asitli ) yiyecekler almamaya, alkali beslenmeye çalışırım, Ağır yiyecekler, tatlı, mayalı, süt ve süt ürünleri, et yiyemem. Hafif yiyeceklerle bedenimi fazla yormadan iyileşmeye çalışırım.
Biraz dinlenip kendime sağlıklı bir çorba yaptım. Tabii bunları nasıl yaptığımı Allah bilir...
ÇORBAM:
1 yemek kaşığı kırmızı mercimek
1 yemek kaşığı bulgur
1 yemek kaşığı esmer pirinç
1 adet kuru soğan
½ adet havuç
½ adet kereviz
½ adet pırasa
7 – 8 dal maydanoz
1 tatlı kaşığı yağ ( yağda eriyen vitaminlerin emilimi için yağ koymak gerekiyor.)
Mercimek, bulgur ve pirinci yıkayıp bir çorba tenceresine koydum. Sebzeleri ikiye üçe bölüp ilave ettim, maydanozları dallarıyla beraber içine attım ve dört bardak su ve bir tatlı kaşığı yağı da ekleyip pişirmeye başladım. Ağzı kapalı olarak kaynayıncaya başında bekledim çünkü hemen taşıyor. Kaynadıktan sonra ateşi iyice kıstım ve pişmeye bıraktım. Hepsi iyice yumuşayıncaya kadar pişirdim. Ateşi kapatıp tuzunu ekledim ve biraz soğumaya bıraktım. Blender dan geçirdim ve kırmızı biber ekleyip limon sıkarak afiyetle yedim, yiyebildim. Çok iyi geldi, terletti, toksin atmamı sağladı. (Eğer boğazınızda gıcık varsa biber eklemeyin, baharat daha da artırır.)
Üzerine de bomba gibi bitki çayı hazırlayıp içtim. Tabii bunları peş peşe yapmadım, ara vererek, dinlenerek, yata kalka hazırladım, bazen iki büklüm, bazen dik... İşte öyle böyle yaptım ve içtim. Bu çayı çocuklarımla da sık sık içeriz (onlar okulda ). Bağışıklığı da güçlendirir, iyi bir kış çayı olarak çok sevdiğimiz bir karışımdır.

GÜÇLENDİREN KIŞ ÇAYI
½ kabuklu portakal( kabuğunu çok iyi yıkamak gerekiyor, zirai ilaç kalıntısı olabilir.)
½ kabuklu elma
½ kabuklu ayva, çekirdekleriyle beraber
Bir küçük dilim limon
1 adet çubuk tarçın
5 – 6 adet karanfil
1 adet havlıcan
5 – 6 tane karabiber
Taze zencefil ( tadı çok keskindir, küçük bir parça yeterli olur.)
3- 4 adet kuş burnu
1 adet keçi boynuzu
Bunları yıkayıp küçük derin bir tencereye koydum, üzerine iki üç bardak su ekledim ve biraz kaynattım. Ve ateşi kapattım.
Hemen içine, avucumun ortası kadar ıhlamur yaprağı ve çiçeği, bir iki tutam da hibiskus ( bamya çiçeği ) ilave edip beş dakika demledim. Boğaz da yanma, acıma varken sıcak ve soğuk içmek doğru değil, ılık içmek iyi geliyor. Ben tatlandırmak için bir şey koymuyorum ama isterseniz, ılık bir hale gelince biraz bal ekleyebilirsiniz.
NOT:Bitkilerin yararlı elementlerinin ortaya çıkması için, kök ve kabukların
kaynatılması, yaprak ve çiçeklerin ise demlenmesi gerekiyormuş.
Bu arada evin odalarını sırayla havalandırdım, burnumu açmaya çalıştım, bol su içtim. Zorla da olsa bunları yaptım.

Burnumu açmak için evde hazırladığım serum fizyolojik (doktor önerisi):
1 bardak kaynamış soğumuş su
1 çay kaşığı karbonat
1 çay kaşığı tuz

Akşama doğru acıktığımı hissettim.
1 adet muzu doğradım, üzerine iri parçalanmış 2 adet ceviz ve ½ avuç kuru üzüm ve 1 çay kaşığı tarçın ekleyip yedim. Üzerine de bir bardak nar ve mandalina suyu içtim.
Şimdi yazarken bakıyorum bayağı yemiş içmişim, hasta halimle =)))

Akşam oldu, başım biraz ağırlaştı, kulaklarımda dolgunluk başladı, dinlenmek lazım, hep hareket halinde biri için yatmak zor... Hep akşam artar ya rahatsızlıklar, işte öyle. Çocuklar da hasta olduklarında gün içinde iyileşirler, akşam olunca ateşleri çıkar. Akşamın içinde gizli demek ki rahatsızlıklar... Aman neyse bırakalım bunları ve her zaman bizden zor durumda olanları düşünüp şükredelim =)) Bunlar gelir ve gider. Ben de yazmayı bırakıp limonlu bir çorba içip yatmaya gidiyorum... Benim gibi şu anda hasta olanlara, bana iyi gelen bir kaç şeyi anlatmak istedim. Hasta olan herkese geçmişler olsun, geçsin gitsin...

Üst solunum yolu enfeksiyonlarının ( ÜSYE ) sık olduğu bu dönemlerde, bağışıklık sistemimizi güçlendirmemiz iyi olur. Bağışıklık sistemimizi şunlar güçlendirebilir:
  • Mutlu olmak,
  • Bol su içmek,
  • Elleri sık ve iyi yıkamak,
  • Bol mevsim sebze ve meyvelerinden yararlanmak,
  • C / E / A ve B grubu vitaminlerden, Çinko / Selenyum / Magnezyum / Potasyum gibi minerallerden ve Omega 3 yağ asidinden zengin besinler tüketmek,
  • Çalışmak, ( bir işle meşgul olmak öz güveni artırır, olumsuzluğu önler ve bağışıklığı güçlendirir.)
  • Doğru nefesi öğrenmek, burnu açık tutmak,
  • Stresi kontrol etmek,
  • Verimli uyumak,
  • Olabildiğince açık havada dolaşmak,
  • Egzersiz yapmak,
  • Ve... bol bol gülmek =))
    SAĞLIKLA VE MUTLULUKLA ...

11 Şubat 2014 Salı

Su ve insan

Su ve insan

Merhaba,
 Blog yazılarımı planlamıyorum, bir şey yaşıyorum, bir şey hissediyorum, iç sesim bir şey söylüyor. Bu şekilde kendiliğinden oluşuyor. Böyle daha gerçek olduğunu düşünüyorum. 
Bu sabah suyumu içerken, hissettiğim rahatlamayla, bugün sudan bahsetmek istedim.
Yaşamımızda suyun önemini hepimiz biliyoruz, su olmadan yaşayamayız, bir şey yemeden bir kaç gün kalabiliriz ama su içmeden bir günden fazla yaşayamayız. İnsan vücudunun % 70 inin su olduğunu düşünürsek suyun yaşam için ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. Bedenimizin toksinlerden temizlenmesi, cildimizin güzelliği ve organlarımızın sağlıklı çalışması için, kısaca sağlıklı olmak için uzmanların dediğine göre günde 2 – 2.5 litre su içmemiz gerekiyor.

Suyun vücudumuza sayamayacağımız kadar yararı var, bazıları şöyle:
*Yaşam gücü verir, vücudun  tüm hücrelerinde enerji üretimini sağlar.
* DNA hasarını önler.
*Bağışıklık sistemini güçlendirir.
*Besinlere enerji verir ve besinlerin emilimini sağlar.
*Kırmızı kan hücrelerinin verimini artırır.
*Vücudu kalp krizi ve felce karşı korur.
*Kanı sulandırır, pıhtılaşmayı önler.
*Vücudun ısınma ve soğuması için gerekir.
*Beyin fonksiyonları için, beyin hormonlarının ( serotonin, melatonin ...) yapımı için önemlidir.
*Alzheimer, ms, parkinson hastalıklarının riskini azaltır.
*Bağırsak ve mesaneyi çalıştırır.
*Gözlere ve cilde canlılık, sağlık verir.
*Kadınların menstruasyon, menopoz dönemlerini rahatlatır.
*Kemik iliğinde kan üretimini düzenler.
*Bütün vücut ve zihin fonksiyonları için gereklidir.
*Kilo vermek için yardımcıdır.
*Toksin atımını sağlar.
Dehidrasyon ( vücudun su kaybı), ciddi hastalıklara neden olur, onun için yeterli su içmek tüm vücut fonksiyonlarımız için hayati önem taşır.
Su ayrıca başlı başına bir bilinçtir.
Suyun Bilinmeyen Gücü adlı kitabın yazarı Masaru Emoto, kitabında suyun çok önemli bir özelliğinden bahsetmiş. ''Su aldığı bilgiye göre farklı kristal tipleri gösteriyor.'' Emoto, farklı şişelere su koyuyor ve bazılarının üzerine ''mutluluk'', ''barış'', ''sevgi'', ''güzel'', '' aferin'' gibi olumlu sözler yazmış ( bu sözel de olabilir).
Bazılarının üzerine de ''mutsuzluk'', ''savaş'', ''aptal'', ''çirkin'',''kötü'' gibi olumsuz kelimeler yazıyor. Suları biraz bekletiyor bu şekilde. Sonra bunları donduruyor. Daha sonra çok zorlu bir çalışmayla, oluşan buz tanelerini mikroskop altında incelediğinde, olumlu sözler yazılan suyun kristallerinin bir çiçek gibi açtığını ve kristallerin çok düzgün olduğunu görüyor. Olumsuz kelimeler yazılan buz tanelerinin kristallerinin bozuk olduğunu görüyor. Bu demek oluyor ki su kayıt yapıyor... Onun için su içerken suya sevgi ve minnettarlığınızı belirtin diyor. Çok ta doğru söylüyor, bu bir farkındalık...

Su içten ve dıştan bedenimizi arındırır, suyu seyretmekte ruhumuzu arındırır. Deniz kenarında denizi seyrederken duygu ve düşüncelerinizde, bedeninizde ne değişiklikler oluyor fark edin. Su özellikle deniz, ırmak, şelale, göl ( temiz olsun) siz anlamadan ruhunuzdaki olumsuzlukları alır götürür, adeta bir ruhsal detoks etkisi yapar. Sizi rahatlatır, sanki büyük bir yükü atmış gibi olursunuz. Zaman zaman bulunduğunuz yerin imkanları dahilinde su kenarına gidin, konuşmadan izleyin. Unutmayın biz doğanın bir parçasıyız, zaman içinde bunu unuttuk, doğadan uzaklaştık ve mutsuz olduk. Tekrar orijinal halimize dönelim, doğayla kucaklaşalım.

İnsanlar artık, boş zamanını AVM denilen büyük tüketim kafeslerinde geçiriyorlar, beden ve ruhunu daha çok zorluyor, imkanlarını zorluyor, bir koşturma, bir gürültü ile dinlenmeden yorgun, savaştan çıkmış gibi evlerine dönüyorlar. Kapalı ortamdan kapalı ortama yapılan yolculuk kimseyi mutlu etmiyor. Vücudumuza giren radyosyonu, bozulan manyetik alanımızı temizleyecek hiç bir şey yapmıyoruz. Bu yüzden de yaşama daha karamsar bakıyoruz, çünkü beyin dalgalarımız bizi rahatlatacak dalga boyuna inemiyor. İşte, doğayı izlemek, doğayla olmak bizim günlük hızlı, stresli beyin dalgalarımızı rahatlatıyor ve bizi çok kolay ve UCUZ bir şekilde dinlendiriyor.

Olabildiğince açık havada dolaşın ve su olan yerlere gidin, deniz, göl, havuz nereyi bulursanız... Suya bütün olumsuzlukları bıraktığınızı, temizlendiğinizi, arındığınızı ve yenilendiğinizi hayal edin. İsterseniz yaşamınızda ki olumsuzlukları anlatın suya, sizden çıksın gitsin. Su negatif barındırmaz. Eski insanlar, ''kötü şeyleri suya anlatın, bırakın gitsin.'' derlermiş. Ben bunu çok yaparım, Ankara' da deniz yok, durgun su da olsa, göller var. Ama her an gidilmiyor, ben de olumsuz bir şey olduğunda, olumsuz bir rüya gördüğümde musluğu açar ona anlatırım ve akıp gittiğini düşünür, hissederim.

Pazar günü, Mogan gölüne gittim (Ankara'da), uzun uzun gölü seyrettim, temizliğine bakmadan, hiç yorum yapmadan sadece izledim. Yorum ve yargı olmayınca beden ve ruh birlikteliği başlıyor ve büyük mutluluk hissediyorsunuz. Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, mutluluk küçük şeylerde gizlidir demiştim, küçük gibi görünen ama ruhumda büyük etkileri olan bir andı. Hep denir ya, ''hayat bir an o da şu an .''
Su beni çok rahatlattı, açık havada, gölün kenarında ki ahşap kollara yaslanıp çok uzun bir süre sadece izledim her şeyi. Göl üzerindeki kuşları izledim, onların suya dalışlarında ki ahengi izledim, daldıkları zaman oluşturdukları dalgaları izledim, su da ilerlerken arkalarında bıraktıkları harikulade izleri, hepsinin doğayla muhteşem uyumunu izledim. Ve doğayla birlikte akabilmenin ne kadar muhteşem olduğunu tekrar hatırladım. Doğadan uzak kalan bizleriz, daha doğrusu direncimiz, egomuz...

Doğada ki her şeyin bir nedeni, bir dengesi var. Bir güzelliği var. İnşallah doğayla daha iç içe yaşamaya başlarız, inşallah doğayı bozmadan doğallaşırız...

SU ile ilgili bazı küçük öneriler:
  • Sağlığınız için her gün 2 – 2.5 litre su tüketin.
  • İşlenmemiş doğal su için.
  • Her sabah günü suyla açın, her akşam günü suyla kapatın.
  • Sabah kalktığınızda içtiğiniz suya iyi şeyler söyleyin sonra için. ( örneğin, sevgi, sağlık, huzur gibi)
  • Akşam yatarken içtiğiniz suya teşekkür edin. Bu tür olumlamalarla suyun molekülleri değişiyormuş. ( Masaru Emoto)
  • Hastalandığınızda bol bol su için, su toksinleri atmanızı, daha çabuk iyileşmenizi sağlıyor.
  • Suya saygı duyun, su bulunmaz bir hazine, değerini bilin, dikkatli kullanın.
  • Tuzlu suyla zaman zaman evinizi, bedeninizi temizleyin. Su ve tuz çok iyi bir ikilidir, negatif enerji temizler. Tuzlu suyla burnunuzu açabilir, gargara yaparak ağzınızdaki mikroplardan kurtulabilirsiniz. Bir kaba tuzlu su koyup çok az miktar evinizin  köşelerine serpebilirsiniz çünkü köşelerde çok negatif enerji birikir. Tuzlu su olan bir kaba elinizi, ayağınızı batırıp günlük olumsuzluklardan arına bilirsiniz. Tuz ve nimetleri konusundan ilerleyen bir zamanda bahsetmek istiyorum.
  • Dişinizi fırçalarken, elinizi yıkarken, tüm işlerinizi yaparken suyu boş yere harcamayın, çocuklarınıza su tasarrufunu öğretin. Kaynaklar iyi kullanılmadığında tükenebilir unutmayın.
  • Unutmayalım,  su sağlığımız için çok gerekli ve biz suya hangi bilgiyi verirsek hücrelerimize onu yayarız...
Her zaman içilecek ve kullanılacak suyunuzun olması dileğimle...















10 Şubat 2014 Pazartesi

Pozitif düşünce



Pozitif düşünmek ve pozitif konuşmak

 Hepimiz biliyoruz, evrende her şey enerjiden oluşur, düşüncede bir enerjidir. Düşüncelerimiz büyük bir bir güçtür ve enerjiye dönüşür. Her insan ürettiği düşüncelere paralel bir alan yaratır ve evrenden ona uygun enerjileri çeker. Bunaçekim yasası da denir. Her düşünce kendi titreşiminde bir enerji oluşturur. Düşük titreşimli yani negatif düşünce ürettiğimizde negatif olayları hayatımıza çekeriz.  Hepimizin çevresinde, hayatın hep karanlık tarafını gören, olumsuz düşünceyle beslenen, her şeye negatif yaklaşan, felaket habercisi diye nitelediğimiz insanlar vardır. Bu yaklaşımla yaşamlarına hep negatif olayları çekerler; '' onun başına da gelmeyen kalmadı.'' dediklerimiz olmuştur tanıdıklarımız arasında. Diğer taraftan pozitif düşüncelerle yaşamına hep güzellikleri çeken insanlara da  özendiğimiz olmuştur. Evrensel yasadır; pozitif pozitifi çeker, negatif negatifi çeker. Ne düşünürsek onu yaşıyoruz, düşüncelerimizle yaşamımızı biz yönetiyoruz, onun için düşünce kontrolü çok önemli. Düşüncelerini kontrol edebilen hayatını kontrol eder. Düşüncenin etkilerini anlamak ve pozitif düşünmeye çalışmak, farkındalığımızın artması ile olur. Gün içinde olabildiğince olumlu düşünmeye çalışarak yaşam gücümüzü artırabiliriz. Pozitif düşünceyle kendimize ve çevremize mutluluk verebiliriz. Biliyorsunuz mutluluk, suya atılan taşın yaydığı dalgalar gibi artarak yayılır =))

Pozitif düşünmenin bazı kuralları var;

Şimdiki zamanda olmak: Sadece şimdiki zaman için bir şey yapabiliriz, eylemimiz o anda gerçekleşir. (yapıyorum, kazanıyorum...)
Olumlu ifadeler kullanmak: Örn, iyileşeceğim değil, iyiyim  gibi...
Kıyaslamayı bırakmak: Geçmiş bir olayla veya bir kişiyle kıyaslamadan odaklanmak. Örn, ondan daha iyi veya eskisinden daha akıllı gibi...
İnanmak: Pozitif düşüncemize gerçekten inanmak.
                                   
Pozitif insan bir ışık gibi parlar, güzel bir enerjisi vardır.
Mevlana'nın dediği gibi'' İçi aydınlık olanın dışı da aydınlıktır.''
Pozitif insanlar hayata genelde olumlu bakarlar, soruna değil çözüme odaklı olurlar ve takılmadan ne yapacaklarına odaklanırlar, umut verici konuşurlar. Onların yanında olmak ruhumuza iyi gelir. Çünkü hepimizin iyi şeyler duymaya ihtiyacı vardır, olumlu sözler duymak hepimizi rahatlatır. 

Yaşamımızın sorumluluğunu alarak, ağzımızdan çıkan kelimelere dikkat edelim. Pozitif kelimelerin yarattığı enerjiyle, negatif kelimelerin yarattığı enerji çok farklıdır. Konuşurken kullanılan kelimelerin ve konuşma şeklinin ortamlar ve olaylar üzerinde etkisi büyüktür. Olumlu kelimeler, kapalı kapıları açabilir, işimizi kolaylaştırabilir. Atasözümüz,''tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır '' der. 
Yunus Emre'nin dediği gibi; '' Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı ''
Bu kelimelerin gücüdür.  Olumsuz kullanılan her kelimeyi olumsuz bir duygu, ardından olumsuz bir davranış takip eder.
 
Negatif enerji veren kelimeler:
Kara, ölüm, yas, katil, hastalık, kayıp, savaş, kaos, berbat, kapalı, pis, berbat, bulanık, yasak, fakir, kötü...
Negatif kelimeler, karamsarlık, korku, endişe, acı, hüzün, kırgınlık, kızgınlık, öfke gibi duygular oluşturur.

Pozitif enerji veren kelimeler:
Beyaz, varlık, sağlık, şifa, barış, mutluluk, güzel, açık, temiz, berrak, rahat, serbest, zengin, iyi...
Pozitif kelimeler, mutluluk, huzur, neşe, sevgi, sevinç gibi duygular oluşturur.
Negatif düşüncenin sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri vardır. Sürekli olumsuz düşünen bir insanın çakraların da sorun vardır, sağlığı ve uykusu düzensizdir, kolay hasta olur, bağışıklığı zayıftır. Düşüncelerimizin yaptığı hastalıklar hakkında Louisa Hay'in kitaplarını okumanızı öneririm. 

Yıllar önce okuduğum bir öykü var:
''Çok büyük, asırlık, ulu bir çınar ağacı varmış, yıllar içinde depremlerden, fırtına ve sellerden hiç zarar görmemiş,dimdik ayakta kalmış.Sonra bir gün aniden yıkılmış, bakmışlar içinde binlerce böcek. Doğal afetlerin yıkamadığı çınarı küçücük böcekler yıkmış...''
İşte bizim negatif düşüncelerimiz ve duygularımız ( endişe, korku, kin, öfke, nefret, aşağılık duygusu, güvensizlik, kıskançlık, başarısızlık duygusu...) aynen çınar ağacındaki küçük böcekler gibi, bizi içten içe hasta ediyor, gücümüzü emiyor. Yani olumsuz düşünce tarzımız bizim ruhumuzu ve bedenimizi bozuyor.
Tabii bu dünyada sürekli pozitif kalmak kolay değil, bahsettiğim pembe gözlükler takarak gerçekleri yadsımak değil. Bu hiç kolay değil, hatta imkansız. Yaşamda bir dolu olumsuzlukla iç içe yaşıyoruz, sorunlar hep var ve olacaktır. Benim pozitif düşünceden anlatmak istediğim, sorunları büyütmeden onlara çok takılmadan ne yapabileceğimize bakabilmek. Kriz anındaki sağlam durmaktan, güçlü kalmaktan, aydınlık tarafı görmekten ve sağduyuyla eyleme geçmekten bahsediyorum. Mutlaka ışık bir yerde görünür ve her şey geride kalır. Kendimizi bırakıp '' bu da nereden başıma geldi '' demenin bize bir yararı olmaz, ne olursa olsun yaşam devam ediyor ve hep umutla bakıp ışığı görmeye çabalamalıyız diyorum. Bu farkındalıkla elimizden geleni yaparak, soruna değil çözüme odaklanarak, gücümüzü kaybetmeden yaşama devam etmeliyiz. 
Çünkü yaşamak çok güzel =)
Öfke, kin, nefret, kıskançlık gibi insan ruhuna ve bedenine zarar veren, zehirleyen toksik duygular hep bir negatif düşünceden olmuştur. Bu nedenle düşüncelerimizin sağlığı bizim sağlığımızdır. Negatif düşünce sağlığı bozar.
Sağlıklı düşünce = sağlıklı insan

MAHATMA GANDHİ' nin güzel bir deyişi vardır bu konuyla ilgili;
Düşüncelerine dikkat et duyguların olur,
Duygularına dikkat et davranışların olur,
Davranışlarına dikkat et alışkanlığın olur,
Alışkanlıklarına dikkat et değerlerin olur,
Değerlerine dikkat et karakterin olur,
Karakterine dikkat et KADERİN olur...

Olumlu düşüncelerle yaşamınızın güzelleşmesi dileğimle =))



7 Şubat 2014 Cuma

Nefes

Nefes yaşamdır...
Sevgiyle merhaba, Sizlerle paylaşacağım konuyu bu hafta ki deneyimim oluşturdu.
Çarşamba sabahı yürüyüşten dönerken yorulduğumu, nefesimin zorlandığını hissettim ve bir yerde durarak nefesimi rahatlatmaya  çalıştım, biraz yavaşladım, öne doğru eğildim. Nefesim normale dönünce yine yürümeye başladım ama bir süre sonra yine yoruldum. Durdum, burun deliklerimi tek tek kapatarak nefes almaya çalıştım ve sağ tarafın tıkalı olduğunu fark ettim, yoğunluktan uzun süredir burun temizliğimi ihmal etmiştim. ( kaynamış soğumuş tuzlu suyu burnumun bir deliğinden döküp diğer deliğinden akmasını sağlayarak burnumu temizlerdim.) Hayatımızda ki en önemli olgunun nefes olduğunun bir kez daha farkına vararak bu ay bu konuyu sizlerle paylaşmak istedim...
Günümüzün yoğunluğu içinde bir yerden bir yere, bir işten bir işe, bir programdan diğerine yetişmek kaygısı içinde koşturup duruyoruz. Ve hızlı yaşıyoruz, buna paralel olarak ta çok hızlı, sığ, sık ve farkındalıksız nefesler alıyoruz. Bu da bizim, günlük BETA dalgaları aralığında stresli, hatta hasta olmamıza neden oluyor. Günde 22.000 nefes alırız, dakikada yaklaşık 15 kez. Bu sayıyı azalttığımızda, alfa titreşiminde,  parasempatik sinir sistemimiz devreye girer ve sakinleşir rahatlarız. 
Nefes yaşamdır... Nefes,  varlığımızı sürdürmek için gerekli. Sadece akciğerlerimizin üst kısmıyla aldığımız sığ nefesler, toksin atmamızı engeller ve daha kolay hastalanırız..
DOĞRU NEFES:
NEFESİMİZİ DİYAFRAMDAN ALIP VERİRKEN VÜCUDUMUZDAN BOLCA TOKSİN ATIYORUZ. Diyafram nefesi alırken karnımızı şişiriyor, verirken karnımızı içeri çekiyoruz. Yani nefesi karnımıza doğru alıyoruz ve karnımızdan başlayarak veriyoruz. Başlarda kolay gelmeyebilir zamanla alışırsınız. En doğrusu nefes konusunda bilinçli ve bilgili birinden yardım almak. Aslında diyafram nefesi bizim doğal nefesimiz. Dikkat edin bebekler nefesi karından alıp verirler. Orijinal halimiz doğru nefes almayı biliyor! Bizler zaman içinde, sonradan öğrenilmiş olumsuz enerjilerle doğru nefes almayı unuttuk. 
 Doğru nefesle bedenimize daha çok oksijen alır daha çok toksin atarız, ciğer kapasitemizi daha iyi kullanırız. 
Diyafram nefesinin yanı sıra, doğru nefes burundan alınıp burundan verilir. Burun içindeki kıllar bir filtre görevi görerek bir takım mikrop ve zararlı maddelerin içeriye girmesini engeller, nefesimizi temizler. Ağzımızdan aldığımız nefesle dışarıdaki bakterileri de alırız ve hastalık riskini artırırız. Ben bunu çocuklarım küçükken çok yaşamıştım, burunları tıkalıyken bağışıklık sistemleri zayıflıyor ,daha çok hastalanıyorlardı. Burunlarını açınca hastalığı daha kolay atlatıyorlardı. Bilirsiniz en basit nezle, gribal enfeksiyon , üst solunum yolu rahatsızlıklarında doktorlar önce burun açıcı serum fizyolojik verirler. Bu sebeple burnumuzu açık tutmak, zaman zaman tuzlu su ile temizlemek ve burundan nefes alıp vermek, doğru nefes çalışmaları yapmak bizi hastalıklardan korur. Burnumuzun iki deliğinin açık olması, dolayısıyla rahat nefes almak bağışıklık sistemimizi güçlendirir. Burnumuz aynı zamanda dışarıdan aldığımız havayı bedene uygun hale getirir; ısıtır, nemlendirir. Adeta klima etkisi yaratır. Burun, havanın ısısını akciğerlerimize uygun duruma getirir. Yazın çok sıcak havayı serinletir, kışın çok soğuk havayı ılıtır. Onun için burun nefesi çok önemlidir, sağlığımızı doğrudan etkiler ve doğru nefes ŞİFA dır.
Bazı nefes tekniklerinde ağızdan nefes verilir. Çok öfkeli ve gergin olduğunuz, nefes alamadığınız hissine kapıldığınız durumlarda burnunuzdan derin bir nefes alın ve dudaklarınızı büzerek nefesi ağzınızdan üfler gibi uzun verin.
 Gergin, öfkeli, stresli, yorgun olduğunuzda ve  kendinizi iyi hissetmediğiniz de  nefes egzersizlerinden yararlanın. Tabii tıbbi destek görmeniz gereken ciddi durumlarda hemen doktora başvurun!
YAŞAM NEFES tir. Doğru nefesle zihinsel, duygusal ve fiziksel bedenlerimizi kontrol edebiliriz. ..
Doğru nefeste duruşun da çok önemi vardır. Duruşumuzu düzeltip dik durduğumuzda, bedenimizde enerji daha rahat akar ve daha rahat ve doğru nefes alırız.
DOĞRU NEFESİN YARARLARI
-ZİHİN KONTROLÜNÜ SAĞLAR, ZİHNİ SAKİNLEŞTİRİR.
-DOĞRU VE SAĞLIKLI DÜŞÜNMEYİ SAĞLAR.
-KALBİN YÜKÜNÜ AZALTIR.
-FİZİKSEL, ZİHİNSEL VE RUHSAL SAĞLIK KAZANDIRIR.
-GENÇLEŞTİRİR, DİNÇLEŞTİRİR.
-ŞİMDİ DE KALMAYI ÖĞRETİR.
-SAKİNLEŞTİREREK DAVRANIŞLARI DA KONTROL ALTINA ALMAMIZI SAĞLAR.
-KONSANTRASYONU ARTIRIR.
-MEDİTASYON İÇİN GEREKLİ OLAN FREKANSA GEÇİRİR.
-ENERJİYİ DOĞRU KULLANMAMIZI SAĞLAR.
-FARKINDALIĞI VE RUHSALLIĞI ARTIRIR.
-KENDİNİZİ TANIMANIZI  SAĞLAR.
-HUZUR VERİR, GERİLİMDEN KURTARIR.
-ZİHNİ AYDINLATIR.
-KANI TEMİZLER, TOKSİNLERDEN ARINDIRIR.
-DAHA FAZLA OKSİJEN ALIMINI, DAHA FAZLA KARBONDİOKSİT ATIMINI SAĞLAR.
-SİNDİRİM SİSTEMİNİN DAHA İYİ ÇALIŞMASINI SAĞLAR.
-DOĞRU NEFES ÖMRÜ UZATIR. İNSAN ÖMRÜ, ALDIĞI NEFES SAYISIYLA SINIRLIYMIŞ.
Nefesimizin farkına varınca kendimizin de farkına varıyoruz...
Nefesle ŞİMDİ de yaşayabiliyoruz, en çok yaptığımız hata anı yaşamayı unutmak! Doğru nefeslerle şimdide kalmayı başarabiliyoruz, nefesimize odaklanarak anın keyfini çıkarabiliyoruz...
Yaşam akarken yaşamayı bilelim =))

Her şey geçiyor, ne kadar sıkıntılı zamanlar geçiriyor olsanız da mutlaka geçiyor gidiyor. Bu biraz da sizin bakış açınızla ilgili artık biliyorsunuz. Onun için enerjinizi yüksek tutun... NEFESİNİZİ TUTMAYIN ... Nefesinizi rahat ve doğru alıp verin.

 Sağlıklı nefeslerle sevgiyle ve dostlukla kalın...

Değişim

Değişim ve biz

''Var olmak değişmektir, değişmek olgunlaşmaktır, olgunlaşmak ise bireyin kendini yeniden yaratabilmesidir.'' 
 IRVIN D. YALOM ( varoluşcu psikoterapist)

Merhaba sevgili dostlar, bildiğiniz gibi değişim / dönüşüm ve tamamlanmayı içeren enerjileri uzun zamandır yaşıyoruz. Yaşanan bu değişimler, zaman enerjilerine bir uyumlanma dır. İnsanlık olarak çok ciddi,köklü değişimler yaşıyoruz; istesek te istemesek te değişiyoruz, dönüşüyoruz, tamamlanıyoruz. Ve bu değişimler çok sık ve hızlı bir biçimde gerçekleşiyor, bazen bakıyoruz daha birini anlamadan diğeri geliyor. Sanki 5-10 yılda yaşayabileceğimiz değişiklikler 1-2 aya sığdırılmış, bir hızlı çekim, bir sıkıştırılmış program gibi. Artan fiziksel rahatsızlıklar, ekonomik ve siyasi krizler, sansasyonel olaylar, ruhsal dalgalanmalar, ani mekan veya iş değişiklikleri, bozulan ilişkiler, beklenmedik fırsatlar, değişen kararlar, yeni başlangıçlar gibi...
İçsel ve dışsal, öznel ve nesnel, küçükten büyüğe, insandan evrene her şey ama her şey değişim içinde; sadece gördüklerimiz değil görmediklerimiz, farkına varmadıklarımız da var bunların içinde... Değerlerimiz değişiyor, DNA larımız değişiyor ,DNA larımızın lineer çift sarmalı dışındaki sarmalları araştırılıyor, titreşimlerimiz değişiyor, tıpta,bilimde değişimler her zaman olduğu gibi devam ediyor, kuantum düzeyde gelişmeler yaşanıyor, özün gücü keşfediliyor, anlayışlar ,bakış açıları değişiyor. Dünyada ki olumsuz değişimler kadar olumlu gelişmeler oluyor, bunları da görmek gerekir. İnsanlar bilinçleniyor, savaş istemiyor, bunun için çaba harcıyor, bir başka ülkenin insanına yardım ediyor, onlar için endişeleniyor. Artık insanlık her konuda şeffaflık istiyor, mutlu olmak istiyor, insanca yaşamak istiyor. Bu arada, sevgi ve iyilik bilinci yeniden artıyor.
 Tabii bu değişimlere nereden baktığınıza bağlı, ben bunlara pozitif bakmayı ve umutlu olmayı seçiyorum. Bugüne kadar değişime direndiğim ve endişelendiğim her olaydan zarar gördüm, bu yüzden artık akışa bırakmaya ve bu değişimin içinde neler yapabileceğime odaklanmaya çalışıyorum. Her değişime deneyimim gözüyle bakıyor, bundan alacağım ders nedir, neye odaklanmam, hangi yönümü geliştirmem gerek diye düşünüyorum. Fırsat ve tehditleri doğru değerlendirmeye çalışıyorum. Hayatımda neyi düzeltmem gerek, neyi çıkarmam gerek bunlara odaklanıyorum. Yapmaya çalışıyorum.

Değişim her an vardır, yaşam değişimdir. Bugün bizim olan gün gelir bizim olmaz, bugün bizimle olan gün gelir bizimle olmaz, bugün evet dediğimize yarın hayır diyebiliriz, yani her şey değişebilir. Değişim, adı üzerinde eskisi gibi olamamak, başka bir şey olmak. Genel olarak değişime karşı ön yargılıyız. Yaşamımız da ki olumsuz değişimlerde panik oluyoruz , kabullenemiyor, direniyor, cesaretimizi kaybedip yeninin hayrını anlayamıyor, belki bizim için fırsat olabilecek durumları göremiyoruz. Bunlar bazen bizim kalıplarımızdan, bakış açımızdan, egomuzdan olabiliyor; geçidi görsek bile ucundaki ışığı   göremeyebiliyoruz, hepimiz yapmışızdır. Ancak üzerinden bir zaman geçince anlayabiliyoruz.

Alışkanlıklarımıza çok sıkı bağlı olduğumuzdan en küçük değişim bile bizi korkutuyor, hırçınlaştırıyor, karamsarlığa itiyor, eskisi gibi olamamak biz de boşlukta kalmışız hissi uyandırıyor, güven duygumuzu sarsıyor. Kısaca değişime pek açık değiliz, zorluklar da bu yüzden. Diğer taraftan toplum olarak ta aşırı kurallarımız ve kalıplarımız olduğundan, kabuğu aşmak yeniliğe ayak uydurmak zor geliyor. Aslında insan her değişime kolay uyum sağlayabilen bir varlık, kadim uygarlıklardan beri bunun örneklerini yaşıyoruz. En acı değişimlere bile dayanıp ayakta kalabilmiş, en zorlu olaylardan çıkabilmişiz. Yani en zor deneyim de geçip gidiyor her şey gibi.
Sevgili dostlar, başka bir pencereden bakarak, bütünü görmeye çalışarak, değişimin içindeki anlamı, değişimin içindeki gerçeği, değişimin bize gösterdiği kapıyı görmeye çalışalım. Bu dönemde endişe, korku gibi  olumsuz duygular bizi ileriye taşımıyor ve yolumuzu engelliyor. Değişimler bazen gelişimi de beraberinde getirir, bizim göremediğimiz fırsatlar içerir, krizi fırsata çevirme zamanlarıdır bunlar. Farklı seçenekleri, gücümüzü görmeyi öğreniyoruz bir anlamda. Bu anlarda zayıflıklarımızı güce dönüştürelim, tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi‘’beni öldürmeyen beni güçlendirir.’’
Gücümüzün farkına varacağımız an, en zayıf anımızdır. Tıpkı gecenin en karanlık olduğu an, sabahın en yakın anı olduğu gibi...

 Bu yeniden yapılanma döneminde enerjimizi boşa harcamayalım, sürekli endişelenip, değişime direnip, gücümüzü kaybedeceğimize yapabileceklerimize odaklanalım , enerjimizi doğru yönlendirelim, ileri adım atalım. Yaşamda geri gitmeyelim, bizi düşüren enerjilerden uzak durup hep gücümüzü tazeleyelim. Farkındalık ve bilinçle, merkezimizde kalarak daha barışcıl bir tutum içerisinde olmak ve sevmek işimizi daha kolaylaştıracaktır. Biliyoruz ki; geçişler her uygarlıkta sancılı olmuş, sonra aydınlık görünmüştür. Daralmanın ardı hep genişlemektir. Ne olursa olsun inançlı ve umutlu olalım. Takılmadan, kendimizi ve çevremizi çok yıpratmadan alacağımız derslere, doğabilecek fırsatlara bakıp kendimiz, herkes ve her şey için hayırlı olmasını dileyelim. Bu dönemde bu değişimlere ne yüklersek bize dönüşümü de öyle oluyor, onun için pozitif düşünceyi asla unutmayalım. Bunları yazmak kolay uygulamaya çalışmak zor diyor olabilirsiniz, emin olun yapmaya çalışıyorum, bayağı gayret ediyorum. VE bunu hepimiz uygulayalım diye yazıyorum çünkü hepimiz birbirimizle etkileşim halindeyiz, birbirimizle enerji alışverişi içindeyiz. Bütünün parçalarıyız ve aynı planette yaşıyoruz. Birimizin gerginliği evimizden başlayıp tüm dünyayı negatif etkiler. Üzerimizde ki gerginliği, stresi  doğada vakit geçirerek atabiliriz, doğanın bedenimize ve ruhumuza terapi etkisi vardır. 
Bu dönemde bize yardımcı olabilecek en önemli faktör, stresle başa çıkabilme yeteneğimizdir. Psikolog Dr. Acar - Zuhal Baltaş çiftinin Stres ve Başa çıkma yolları adlı kitabında bahsettiği hayatımızı kolaylaştıracak bazı ipuçlarının hepimize yararlı olacağına inanıyorum. BUNLAR:
-Evde ve iş ortamında iyi ilişkiler içinde olmak
-Aile ile birlikte olabilmek
-Çocuklarla vakit geçirmek
-Müzik dinlemek, sanatla ilgilenmek
-Dostlarla  olmak
-Dinlenmeye ve eğlenmeye vakit ayırabilmek


Dünyada ve ülkemizde yaşanan gerilim, kaos sürecinde, enerjimizi yüksek tutmak, içimizde ki güce ve yaratana inanmak ve güvenmek çok önemli. Bizim için en iyisi en doğru zamanda ve doğru yerde bize gelecektir inancını hep taşıyalım. Pozitif düşünerek ve tabii gereken çabayı göstererek bu dönemi olabildiğince kolay ve bilinçli geçirmeye çalışalım. Kendimizin ve yanımızdakilerin işini kolaylaştıralım.
Eski enerji kalıplarını bırakarak kendimize yeni bir kapı açabilir ve her yönden büyüyebiliriz. Eski enerji kalıpları: SEVGİSİZLİK, KISKANÇLIK, KIZGINLIK, KÜSKÜNLÜK, ÖFKE, İNTİKAM, HIRS...
Bu kalıpların yerine; SEVMEK, YARDIM ETMEK, AFFETMEK, ÜMİT ETMEK, GÜVENMEK,  HOŞGÖRÜ,PAYLAŞMAK gibi pozitif kalıpları koyup, İNANIP  ÇALIŞIRSAK, arzu ettiğimiz huzur, sevgi, barış, bolluk, sağlık, mutluluk, başarı gibi istediğimiz her neyse bizimle en kısa zamanda buluşacaktır. Ve bu hızla tüm dünyaya, tüm evrene, mikrokozmostan makrokozmosa yayılacaktır. Bir şey hayatımızdan çıkmışsa, bizim yanımızda ki evrimini tamamladığı içindir... 
Sevgili dostlar değişim hep vardır ve olacaktır. Bardağın dolu tarafına bakmayı seçelim ve kendimizi önemseyelim, gücümüzü görelim. Unutmayalım, hep söylendiği gibi, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Bütün bunlar gücümüzü keşfetmek içindir ve yine Nietzsche nin deyimiyle ‘’BÜTÜN VARLIĞIN TEMELİNDE DAHA GÜÇLÜ OLMAYA YÖNELİK İRADE VARDIR.’’


BASİT ÖNERİLER:
 1- Her sabah yataktan kalktığınızda size önereceğim hareketi yapın, bu hareket sizin güne pozitif enerjiyle başlamanızı, enerjiyle dolmanızı ve eklemlerinizin açılmasını sağlar.
Ayaklarınızı bir omuz boyu aralayın, dik durun, omuzlarınızı arkaya ve aşağıya alın, nefes alın nefes verirken kollarınızı yukarıya kaldırın, kulaklarınızın yanından dümdüz yukarıya uzatın, el parmaklarınızı iyice açın, başınızı hafif yukarı kaldırarak tavana bakın (boynunuzda bir problem varsa karşıya bakın), rahat nefesler alın verin, asla nefesinizi tutmayın.
Şimdi gözlerinizi kapatın ve evrensel enerjinin size aktığını, bütün hücrelerinize yayıldığını, bunun size şifa, mutluluk, bolluk getirdiğini düşünün ve kendinizi güven içinde hissedin. Birkaç dakika sadece bu düşüncelere odaklanarak kalın ve bu mutluluğu içinizde hissedin. Sonra nefes alın nefes verirken çok yavaş kollarınızı aşağıya indirin, huzuru hissedin ve gülerek güne başlayın. Çok işe yarayacağına inanın.
2- Bu dönemde aşırı yağlı, ağır yemeklerden, çok fazla kırmızı et tüketmekten kaçının; enerjinizi ağırlaştırmayın, ne kadar hafif yersek titreşimimiz de o kadar hafifler. Ancak gerekli besinler almayı, bol su içmeyi, kaya tuzu kullanmayı, egzersiz yapmayı, sevmeyi, sevdiklerinizle olmayı ve en önemlisi GÜLMEYİ unutmayın:))
HEPİMİZE KOLAYLIKLAR VE SEVGİLER



3 Şubat 2014 Pazartesi

Hakkımda



Herkese sevgiyle merhaba,

Sizlerle bu blog aracılığıyla, hepimizde var olan evrenin bilgisini ve özümüzden gelen saf sevgi enerjisini paylaşmak istedim:)

Bu konuda çok sayıda kaynak, bilgi ve bilgi veren olduğunun farkındayım. Ancak evrensel planda her bilgi verenin frekansına uygun bir bilgi alan olacağı için ben buradayım ve sadece hatırlatıyorum...
Önce; yazan kişi merak ediliyor diye geçmişimden, yararlandığım ve uygulamaya çalıştığım bilgilerden bahsediyorum. Ancak benim için şu an ne yaptığım önemli ve değerli. Ben şu an, sizlerle paylaşıyorum... Ve bu paylaşımda sizin yorumlarınızı çok önemsiyor, dikkate alıyorum ve teşekkür ediyorum.

 Beden, zihin ve ruh konusuna olan merakım, lise yıllarımda sadece bedenden ibaret olmadığımızı, daha fazla bir şeyler olduğumuzu hissederek başladı.  Antropoloji, felsefe ve psikoloji kitaplarıyla başlayan serüvenim üniversite de ve daha sonrasında da artarak devam etti.
Para psikolojiye yoğunlaşmam, 1995 yılında geçirdiğim bir rahatsızlık sonucu oldu ve bu olay beni kişisel ve ruhsal farkındalık çalışmalarına yöneltti. Çok sıkıntılı olduğum o zamanlara ve o rahatsızlığıma şimdi şükrediyorum; böyle bir yola başlamama neden olduğu için :) Bu deneyimle, bazen olumsuz gördüğümüz olayların bizi büyüttüğünü, gücümüzü gösterdiğini öğrendim... ( Nietzche'nin dediği gibi '' Beni öldürmeyen beni güçlendirir...'')

Halen kişisel ve ruhsal farkındalık çalışmalarıma ve sağlıklı, dengeli beslenmek, fitoterapi, alkali gıdalarla ilgili çalışmalarım ve araştırmalarıma devam ediyorum.

Çok severek ve sürekli bir öğrenme çabası ile bugüne kadar sertifikalı sertifikasız birçok eğitime katıldım. (Eğitimlere hala devam ediyorum.) Öğrendiklerimi öncelikle kendimde uyguladım ve çok yararını gördüm; yaşam gücüm arttı, kendimi ve başkalarını daha çok sevdim, daha hoşgörülü yaklaştım, çocuklarımı daha özgür ve mutlu yetiştirmeye çalıştım.
Kişisel ve ruhsal gelişim yolunu, MUTLULUĞUN YOLU olarak benimsedim. Başkalarını daha iyi anlamama yardımcı olan bu çalışmalarla empati yeteneğimi geliştirdim.  Herkeste bir güzellik, bir aydınlık, her şey de bir hayr vardır ilkesiyle olumlu düşünceyi yaşamıma geçirmeye çabaladım. Bu konularda eğitmenliğe başladım. Ve bütün öğrencilerimi çok sevdim:)))

Sevgimi ve emeğimi kattığım bu öğretilerin yaşamımdaki geri bildirimlerinden dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum. Yaşama farklı bir pencereden bakmaya çalıştım. En önemlisi bu sayede kocaman bir yüreğe sahip oldum, sevmeyi öğrendim.  Paylaşılan bilginin en değerli bilgi olduğu düşüncesiyle bir insan olarak kendime ve herkese duyduğum sorumlulukla, öğrendiklerimi paylaşmak için burada olmaya karar verdim. Daha öğreneceğim çok şeyin olduğunu bilen bir öğrenciyim ve bildiklerimin de hepimize yararlı olmasını diliyorum...

NOT:
 ( Bunları yapıyorum, yazıyorum diye beni gelişmiş, ruhani falan sanmayın :)  Ben sadece  kendimi geliştirmeye çalışıyorum.)

VE...
Bu ışıklı yolda bana emeği geçen tüm eğitmenlerime ve çok sevdiğim, onlara öğretirken onlardan da çok şey  öğrendiğim sevgili öğrencilerime çok çok  teşekkür ediyorum. Hepsini sevgiyle minnetle hatırlıyorum...
I.D. Yalom'un ( psikanalist ) ; Nietzche Ağladığında adlı kitabında, Freidrich Nietzche'nin psikanalist Dr.Breuer hakkındaki notları bölümünde (sf: 310) şöyle bir anlatım vardı ve çok gerçekçiydi, '' Bugün en iyi öğretmenin, öğrencisinden bir şeyler öğrenen öğretmen olduğunu anladım.''

                                                        SEVGİ VE NEŞEYLE...

e-mail: minacigdem2309@gmail.com

KİŞİSEL VE RUHSAL GELİŞİMLE İLGİLİ ALDIĞIM EĞİTİMLER

Doğru ve dengeli beslenme
Fitoterapi
Ayurveda
Akupresür
Aromatik yağlar
Güzellik uzmanlığı (Bu bir yıllık programda öğrendiğim yüz masajını, şimdi meridyen hatlarında kullanıyorum.)
Reiki eğitmenliği
EMF eğitmenliği
Şifa eğitmenliği
Çakra-aura eğitmenliği
Yoga/meditasyon eğitmenliği
Norbekov ( kendini yenileme )1. seviye
NLP Practioner
İnsan kaynakları (motivasyon / stres yönetimi / liderlik / zaman yönetimi / beden dili vs.)
Bilinçaltı programı
Kuantum düşünce
Zihinsel ve ruhsal detoks
Taşlar ve renklerle terapi
EFT ( Emotıonal Freedom Techniques )
Hızlı okuma ve hafıza Teknikleri
Networking
Koçluk eğitimi


* Bu blogdaki fikir ve sanat eserleri 5846 sayılı kanun ile gerek cezai gerekse hukuki düzenlemelerle korunmaktadır. Yazıların ve fotoğrafların sahibi minacigdem.blogspot.com.tr.'dir. Bu nedenle blogdaki içerikler izinsiz kopyalanamaz, alıntı yapılamaz.